DASK hakkında Ahmet Mete Işıkara ile söyleşi ;

17 Ağustos 1999’da yaşanan yıkıcı Marmara depremiyle farkına vardığımız deprem riskini tüm Türkiye’ye anlatan önemli isimlerden biri Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara. Türk toplumunun depremden önce ve sonraki farkındalığıyla ilgili konuştuğumuz Işıkara, bilincin hâlâ yeterli seviyelerde olmadığından yakınıyor. Deprem riskinin 5 kategoriye ayrılarak ölçülmesini doğru bulmadığını söyleyen Işıkara, bu ayrımın daha az risk taşıyan bölgelerde oturanların sigorta yaptırmamalarına yol açtığını söylüyor. Deprem sigortasının sigorta şirketleri tarafından bir sosyal sorumluluk projesi olarak görülmesi gerektiğine işaret eden Işıkara: “Deprem riskinin sigorta havuzuna aktarılması ve oradan karşılanması gerekli.”
17 Ağustos ile Türkiye hem depremle hem de sizinle tanıştı. Türk toplumunu 17 Ağustos depreminden öncesi ve sonrasında farkındalık anlamında değerlendirmeniz mümkün müdür?
Sorunun cevabı aslında içinde gizli. Beni 17 Ağustos’tan sonra tanıdınız ama ben öncesinde de vardım ve benzer çabalar o depremin öncesinde de mevcuttu. 1985 yılında Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırmaları Enstitüsü’nde müdür yardımcısı oldum. Daha sonra da 1991 yılında müdür olarak devam ettim. Biraz acı olacak ama 1995 yılında Kocaeli Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü, deprem zararlarının anlatılması ve depremlerin önceden belirlenmesi konusunda bir seminer vermemi istedi. Beni sadece 5 kişi dinledi! Oysa biz 1967 Adapazarı Dudullu depreminden sonra tüm yer bilimleri camiası olarak, Kuzey Anadolu fay hattı boyunca 1939’dan başlayarak batıya doğru hareket eden deprem yüzeyselinde de dikkate alarak, büyük bir depremin olacağını, büyüklüğünün 7 şiddetinin üzerinde olacağını söylemiştik. Sonra bir heyet oluşturduk İzmit’te. O zaman deprem mühendisliği anabilim dalı başkanı ve bir profesör hocamızla birlikte Sakarya’da söyleşiye gittik. Açılış konuşmasını yapan belediye başkanının ardından salon dağıldı. Bu, farkındalığın hangi boyutta olduğunun en çarpıcı örneklerinden biridir. 1996 yılında İstanbul valisine gittik şu andaki Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü müdürüyle beraber. Okullarda depremden korunma bilincini aşılamak, öğretmenlerimiz vasıtasıyla çocuklarımızı ve dolayısıyla da velilerimizi bilinçlendirmek amacıyla milli eğitim bir komisyon kurdu. Biz o komisyonla bir çalışma yaptık. Deprem öncesi ve sonrasında okullarda neler yapılması gerektiğini söyledik. Valilik genelgesiyle birlikte bu çalışmayı tüm okullara gönderdik ve uygulanmasını istedik. Sonuçları da takip edeceğimizi söyledik. 30-40 tane adımı olan bu uygulamayı 1000’e yakın okula gönderdik ancak uygulamaları tamamıyla yapan okul sayısı 11’di. 17 Ağustos depreminden sonra dönemin valisi bütün okul müdürlerini Atatürk Kültür Merkezi’nde topladı ve çok ağır bir şekilde sitem etti.

‘DEPREM DEDE KARAKTERİNİN TUTMASININ SEBEBİ ÇOCUKLAR’
Şimdi farkındalığımız var tabii. Çeşitli kampanyalar da düzenleniyor. Benim Kandili Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü’nde müdür olduğum dönemde temel afet bilinci eğitimini öğretmenlerle paylaştık ve onlara bunu çocuklarla da paylaşmalarını söyledik. Şu anda Türk Kızılay’ının toplum gelirini teşkilatlandırma projesi var. Bu projeyi her yıl 10 ilde uyguluyoruz. Muhtarları, din adamlarını, öğretmenleri ve polisleri organize ediyoruz. Deprem öncesinde ve sonrasında neler yapılması gerektiğini mahalle düzeyine kadar indirmeye çalışıyor ve bunu takip ediyoruz. Bu projenin arkasında devlet duruyor ki bu projeyi başlatan 13 Ocak 2007’de başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır. Kendisi dönem dönem de Kızılay başkanı vasıtasıyla projenin nasıl gittiğine dair bilgi alır. Devletin en üst mevkisinde olan birinin olayı yakinen takip etmesi, bunca sene uğraştığım şeyle ilgilenmesi beni mutlu ediyor. Ancak bu farkındalık yerine gidiyor mu bunu belli bir süre sonra göreceğiz. Ama deprem riskinin en çok farkında olan grup hangisi derseniz, çocuklar derim. Örnek vermek gerekirse benim çok arkadaşım, dostum, “Hocam, başımıza iş açtın. Kızımız oğlumuz gelip, ben bu odada yatmam bu dolap düşer. Ya bu dolabı bağlayın ya da bu dolabı yatağımdan uzağa koyun demeye başladı” diyorlar. Ama yetişkinler hâlâ deprem olunca balkondan atlıyor. Deprem Dede karakterimin tutmasının sebebi de çocukların beni benimsemesi. Deprem Dede çizgi roman olduktan sonra çocuklar o öğretileri çok iyi uyguladılar. Hatta geçen gün şöyle bir şeyle karşılaştım. Bir anne beni çocuğuna göstererek, “Bak bu Deprem Dede” dedi.  Çocuk ne dedi dersiniz, “Aa, Deprem Dede gerçekten varmış!” Çocuk beni World Disney karakterleri gibi yaratılmış bir karakter olarak düşünüyormuş.

‘EĞİTİM DÜZEYİ ARTTIKÇA KORUNMA BİLİNCİ DE ARTIYOR’
Depremin üstünden 12 yıl geçti ve bir sürü proje yapıldı. AkSigorta’nın, DASK’ın projeleri dışında pek çok sivil toplum örgütünün de konuyla ilgili çalışmaları oluyor. Sizce kim ne kadar önlem aldı?
DASK’ın 2001 yılında uygulanmaya başlamasından sonra 1200 denekle bir kamuoyu yoklaması yaptım. Depremden korunma bilinci konusunda, deprem öncesinde ne gibi önlemler alınıyor, deprem sırasında ve sonrasında nasıl davranılıyor gibi sorular sorduk. Ve bunu toplumun değişik kesimlerinde uyguladık, yani varoşlardaki kesime de gittik üst düzey yöneticilere de. Sonuç olarak her bir grupta farklı farklı neticeler çıktığını gördük. Yani bilinç veya eğitim düzeyi arttıkça korunma bilinci de artıyor. Ortalama olarak toplum ne kadar bilgili ve hazır derseniz yüzde 29.9 gibi bir oran çıkıyor. Bu küçük bir rakam gibi gözükebilir ama 1999 depremi öncesinde bu oran sıfırdı. Dolayısıyla birden bire bir sıçrama söz konusu. O dönem İstanbul’da zorunlu deprem sigortası yaptıranların yüzdesiyse 30. İki rakam birbiriyle örtüştü. Buradan geleceğim nokta şu: Sigorta bilinci arttıkça korunma kültürü bilinci de artıyor. Buradan çıkarılacak ders korunma kültürü bilincini yukarı çekmek. Peki, bunun yolları ne?

‘DEPREME DAYANIKLILIK BELGESİNİ İSTEYİN’
AkSigorta’nın ‘Hayata Devam’ projesi bu yüzden önem taşıyor. Toplumun her kesimine gitmeye çalışıyor ve gittiği yerlerde de eğitim seminerleri düzenliyor. Ancak Türkiye genelinde DASK’ın yaygınlık oranı yüzde 23-25 civarında, maalesef çok düşük bir rakam. Türkiye genelinde bu bilinç düzeyini yukarı çekmemiz lazım. Bunun yollarından bir tanesiyse kampanyalar düzenlemek. Ne kadar çok kampanya yapılır, çaba gösterilirse bilinç düzeyinin o kadar hızlı yükseleceğine inanıyorum. Bugünkü düzeye baktığınız zaman İstanbul’da yüzde 44 civarında. Demek ki bir tırmanış söz konusu. Bilinçli insan sigorta bilinciyle kendini güvence altına almak ister. Ben eğitimlerimde dört öğreti üzerinde duruyorum: Yapısal bilinç yani güvenli yapı bilinci, yapısal olmayan tehlikeler (mesela evimizin içindeki eşyalar), doğru davranış alışkanlığı, sigorta bilinci. Yapısal olmayan tehlikeler dediğimiz zaman mesela, ev hanımları eşyalarını sabitlemeyi sevmiyor. Ben emekli olduktan sonra aldığım ürünlerde hep alçak boylu hafif eşyalar olmasını tercih ettim. Yatak odamda giysi dolabı var ama düşse bile yatağımın üzerine düşmez. Bu tarz önlemlerle hayatınızı biraz da olsa güvence altına alıyorsunuz. Yapısal bilince gelirsek, toplumda ‘Bu konutlar depreme karşı güvenli midir?’ sorusu sorulmaya başlandı. Önceden manzaralı mıdır, mutfağı nasıldır gibi sorular sorulurken artık depreme karşı güvenli midir diye soruluyor. Artık işin makyajından esasına geldik. Ama maalesef geç geldik. 17 Ağustos çok acı bir ders verdi bize. Burada tüketiciye düşen bir görev var. Oturdukları binaların mutlaka depreme dayanıklıdır belgesini istemeleri gerekiyor.

‘DEVLET BABALIK YAPMAKTAN VAZGEÇMELİ’
Deprem sigortasının gerekliliğinin hissettirilmesi için ne yapılması gerekiyor?
Bunun hikâyesine gelirsek birçok şeye öncülük ettiğimi düşünüyorum. 1992’de 13 Mart’ta 6.8 büyüklüğünde Erzincan depremi olmuştu. 1939 depreminden sonra Erzincan ikinci defa yıkılmıştı. O dönemin valisi rahmetli Recep Yazıcıoğlu bir sürü eğitim ve bilgilendirme toplantıları yaptı. Orada ikimizin de söylediği şuydu: Devlet babalık yapmaktan vazgeçsin. Burada söylemek istediğim devletin, “Bu enkazlar yerde kalmayacak. Devlet büyüktür” gibi laflar söyleyerek babalık yapmaktan vazgeçmesiydi. Deprem olarak büyük ama etki sahası olarak küçük depremlerdi. Ve o zaman da bu ülke öyle bir deprem yaşayacak ki devlet buna babalık falan yapamayacak demiştim. Riskin mutlaka sigorta havuzuna atılması lazım. Sigorta havuzunda can kaybını geri getirmemiz mümkün değil ama ekonomik kayıpları sigortayla karşılamanın doğru olacağı fikrini vurguladık. Hep bunun savunmasını yaptık. Arkasından 1995 depremi, 1998 Hatay, Adana- Ceyhan depremi geldi ve devlet bunlarda hep babalık yaptı. Ama hiçbir zaman sigorta bilinci veya sigorta kavramı üzerinde durulmadı. Ne zaman 17 Ağustos’u ve o ağır kayıpları yaşadık o zaman aklımız başımıza geldi ve Doğal Afet Sigortalar Kurumu’nu kurduk. Kurumu kurduk ama sahiplenmedik. Hâlâ kanun hükmünde kararname olarak duruyor yani sizin de söylediğiniz gibi cezai bir yaptırım yok. Olması gereken bir an önce kanun halini alması.

‘SİGORTA SOSYAL SORUMLULUK OLARAK GÖRÜLMELİ’
Kanun halini alması konusunda çok umutluyum çünkü 17 Ağustos’ta Türkiye için çok önemli bir gelişme oldu ve deprem anayasası açıklandı. Bu anayasanın 3 ana kuralı var: Depremi tanımak, güvenli yer, yapı ve depremle baş edebilmek. Anayasada Doğal Afet Sigortalar Kurumu ve zorunlu deprem sigortası çok önemli bir yer kaplıyor. Tabii sigorta şirketlerinin de bunun üzerine gitmesi lazım. Deprem sigortasının primleri oldukça düşük, düşük olduğu için de sigorta şirketleri halkı iyi kucaklamıyor. Oysa sigorta şirketlerinin bu olayı sosyal sorumluluk olarak görmesi gerekiyor. Mesela arabamı sigortalattığım şirket bana telefon ediyor ve poliçemin süresinin dolduğunu, uzatmam gerektiğini söylüyordu. Ama kimse bana zorunlu deprem sigortası yaptırmam için telefon etmedi. Oysa sosyal sorumluluk projesi olarak algılanmalı. Çünkü bu Türkiye’nin ekonomisiyle ilgili. Riski sigorta havuzuna atıp, kayıpların sigorta havuzunda karşılanması gerekiyor. Bu da sizin ekonomik öz varlığınızın korunması anlamına geliyor.

DEPREMLE AŞK ARASINDAKİ İLİŞKİ NEDİR?
Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında birçok yer gezdiniz. Gezilerinizle ilgili aklınızda kalan bilinç düzeyiyle alakalı ilgi çekici detaylar var mı?
Çocuklarımız çok bilinçli. Güneydoğuda iki öğrenci benimle depremle ilgili mülakat yaptı. Mülakatın en sonunda da bana depremle aşk arasındaki ilişki nedir diye sordular. Ben de bunu sen değil de, ben sana sormuş olayım. Sen ne cevap verirsin dedim. “Hocam ikisi de sarsar” dedi. Bunu bana beşinci sınıfa giden bir çocuk sordu. Ben size dedim ya çocuklar yetişkinlerin çok ötesinde.
Deprem riski az olan ama depreme duyarlı olan kesimler var mı?
Türkiye’nin beşinci derecede risk taşıyan illerine baktığınızda sigortalılık oranının çok düşük olduğunu görürsünüz. Ama beşinci derecede olması demek orada deprem olmayacağı anlamına gelmez. Dolayısıyla bu yasa çıkartılırken yapılacak şey en fazla iki veya tek derece olması. Çünkü Türkiye bir bütün ve topraklarının yüzde 98’i her an deprem riskine sahip. Yani burası beşinci derece, burası birinci derece denilmesi yanlış.

“O HEPİMİZİN DEDESİ DEĞİL, BENİM DEDEM!”
Size herkes Deprem Dede diyor. Torunlarınız bu konuda ne düşünüyorlar nasıl tepkiler veriyorlar?
Büyük torunum Cem, Deprem Dede olduğumun farkında. Ama küçük torunum 10 yaşında olduğu için o dönemi kaçırdı. Çizgi romanlarım, çizgi filmlerim var okullarında. Zaman zaman izletiliyor. Bir gün Cem’in okulunda bir eğitim semineri vermişlerdi. Bir öğretmen beni tanıtırken “Hepimizin dedesi” dedi. Torunum Cem kalkıp, “Hayır o benim dedem” diye yanıt verdi. Kız torunum ise daha olayın farkında değil çok küçük. Biliyorsunuz Sabah gazetesi genel yayın yönetmeni Ufuk Güldemir tarafından 2000 yılının en seksi erkeği seçildim. O zaman bu çok sükse yaptı. Hatta bu olay Boston Globe’a konu olmuştu.

‘TOPLUM, DEPREMİN GÜNÜ  VERİLECEK BEKLENTİSİNE GİRDİ’
1999 depreminde pek çok uzmanın farklı görüşleri olmuştu. Aynı verilerden bu kadar farklı yorumlar nasıl çıkıyor?
Deprem anayasasının birinci adımı depremleri tanımak. Depremlerin aletlerle kayıtları 1900’lerde başladı. Dolayısıyla 110 yıllık bir aletsel kayıt söz konusu. O kadar karmaşık bir olay ki. A bölgesindeki depremin oluş mekanizması birinci depremde farklı, ikinci depremde farklı olabiliyor. Bilim adamının üzerine düşen görev toplumu bilgilendirmek, bilinçlendirmek ve özellikle depremden korunma bilincini topluma aşılamak. Biz o dönem akademik ve bilimsel toplantılarda konuşulması, tartışılması gereken konuları toplum önünde tartışmaya başladık. Toplumun şöyle bir beklentisi oldu, bu tartışmalardan öyle bir sonuç çıkacak ki deprem olmayacak ve ben yine eskiden olduğu gibi sorumsuzca yaşayacağım. Hatta depremin günü verilecek beklentisi içine girdi toplumumuz. Bugün için hâlâ depremin ne zaman olacağını söylemek mümkün değil.

  
4483 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Takvim
Saat
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.486832.6170
Euro34.601234.7398
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam14
Toplam Ziyaret62058
Site Haritası